Fizik dünyası birçok insana apayrı bir dünya gibi görünür. O dünyadaki teorinin ve deneysel sonuçların günlük yaşantımızla, algılarımızla hiçbir ilgisi yokmuş gibi görünür. Oysa fizik, tüm diğer bilim dalları gibi günlük yaşam deneyimlerinden ortaya çıkmıştır.  Varlıkların nasıl ve niye devindiklerine duyulan merak ve ilgi nedeniyle, yani dünya ve dünyadaki yerimiz hakkında sorduğumuz sorularla başlamıştır fizik ve bu sorulara verdiğimiz yanıtlar bilimle uğraşıyor olalım ya da olmayalım hepimizi etkiler. 

Fiziğin dünyası iş dünyasından farklı değil..

Kendimiz ve evren içindeki yerimizle ilgili algılayışımızı tarih boyunca günün geçerli fiziksel kuramlarına dayandırmışızdır. Bu yüzden Onyedinci yüzyıldan bu yana ağır basan Batılı paradigmamız Newtoncu bilim tarafından şekillendirilmiştir. Bu, yönetim alanında olduğu kadar politika, iktisat, psikoloji ve eğitim açısından da doğrudur. Newtoncu ya da mekanikçi bilim determinist, indirgemeci ve atomcudur. Demir yasalar, kesinliği ve öngörülebilirliği güvence altına alır. Herhangi bir bütün en iyi şekilde kendisini oluşturan parçalara indirgenerek ve bu parçalara ayrı ayrı bakılarak anlaşılabilir. Newtoncu hakikat basitleştirmeci bir ya - ya da hakikatidir. 

Newtoncu bilim hiyerarşiktir. Fiziksel dünya sürekli küçülen analiz birimleri içinde yapılanmıştır. Newtoncu yapı ve organizasyon modelleri güç ve verimliliği aşağıdan yukarıya ve yukarıdan aşağıya çift yönlü aynı hiyerarşi merdiveni üzerinde yapılandırır. Güç merkezden çevreye veya üstten aşağıya yayılır. Karar verme ve gücün, organizasyon sayesinde, yanlamasına yayıldığı tutarlı yeni modellerden yoksunuz. Newtoncu bilim mutlağı, kesini ve değişmeyeni vurgular. Katı sebep sonuç yasaları tahmin edilebilir lineer değişime götürür. Kurulu hiyerarşilere ve sabit rollere dayanan ve stratejilerini “B her zaman A’ yı izler’   esasına dayandıran organizasyon modelleri esnek ve hassas değildir. Bizim şimdilerde sürekli karşılaştığımız hızlı veya ani değişimle başa çıkamazlar. Newton’ un sabit uzay-zaman çatısı içinde, bir duruma bakmanın sadece bir yolu vardır. “Aklın yolu bir’ dir.” Fakat ya/ya da düşüncesi paradoks ve belirsizlikle başa çıkamaz. 

Zihnimiz Kendi Yasalarını Doğadan Esinlenerek Mi Koyuyor?

Bizler bugün büyük ölçüde Newtoncu örgütler dünyasında yaşıyoruz. Oysa yirminci yüzyılın kökten yeni bilimi -görecelilik, kuantum mekaniği, kaos ve karmaşıklık teorisi- en azından yeni paradigmanın anahatlarını görmeyi gerektirmektedir. Newtoncu mekanik anlayış bugünün modern dünyasının kurulmasını sağlamış, teknoloji devrimini gerçekleştirmiştir. Kuantum fizik yasalarıyla ise insanlık evrenin özde yasalarını keşfetmeye başlamış ve insanı kapalı bir sistem olan dünyadan açık sistem evrende yaşama hayalini gerçekleştirmeye yüreklendirmiştir. 

Ayrıca benzetme düzeyinde, kuantum fiziği imge yönünden neredeyse günlük yaşamın deneyimlerine uyarlanabilecek kadar zengindir. Heisenberg’ in Belirsizlik ilkesi çoktan sosyolog ve psikologların diline girmiş, kuantum sıçraması deyimi artık her türlü ani değişiklik durumunu tartışırken kullanılan bildik bir deyim haline gelmiştir. Örneğin insan beyninin örgütlenmesi, potansiyeli ve düşünme süreçleri örgütlerde yaratıcı düşünme için kullanabileceğimiz en güçlü modeldir.

Düşünce modellerimiz ve ilişkilerimiz büyük ölçüde elektron ve foton dünyasını yöneten yasa ve davranış biçimleriyle açıklanabilir; daha doğrusu bu dünya bize ayna olabilir. Eğer zihnimiz kendi yasalarını doğadan esinlenerek koyuyorsa, bunun sonucu olarak, bu yasaları algılayışımız doğanın kendi gerçekliğini bir dereceye kadar yansıtmak zorundadır. Dolayısıyla kendimizi tanıyarak doğayı tanıyabiliriz ve de tam tersi ve hatta bu holistik bakış açısı, insan eliyle kurulan geliştirilen işletmeleri de kapsar. Aynı yasalardan yola çıkarak işletme yönetiminde mekanik yaklaşımın kısır döngüsünden kurtulmak ve kuantum ilkeleriyle gerçek yaşamsal dönüşümü sağlamak mümkündür.

Kaos, hayatta kalabilmenin garantisidir.

Yeni bilimsel düşünceler içinde, zengin bir dil, metafor ve çağrışım hazinesi, gündelik hayatın dünyası içinde heyecan verici uygulamalar barındırır. Bu düşünceler hayal gücümüzü ateşleyerek kişisel, düşünsel, sanatsal ve iş hayatlarımızın pekçok alanlarında yeni düşünme biçimi için güçlü bir model oluşturmuştur. Yeni bilimi ve onun kavramlarının hayatımızla ne şekilde ilişkili olduğunu anlamak istiyorsak kendimizi yetiştirmeliyiz. Bir “yeni bilim”in var olduğunu, onun eskisinden farklı yanlarını ve bu farklılıkların niçin önemli olduğunu ve gündelik yaşamımıza ne şekilde girdiğini bilmemiz gerekiyor. Eski bilimin düşünme biçimimizi etkilediği noktaları onaylamalıyız ve yeni bilimin kendimize ve ilişkilerimize, işlerimize, yönetim tekniklerimize, zihin ve organizasyon teoremlerimize, küresel politik ve ekonomik eğilimlere, insan olmanın anlamına ve varlıkların büyük şeması içindeki yerimize tamamen yeni bir bakış açısı sunduğunu görmeliyiz. Yeni bakış açısının iş dünyasına getireceği en belirgin farklılık, yönetim/liderlikle ilgilidir. 

Kaotik sistemler genelde bıçak ucunda bir dengeye sahiptir; öyle ki, bu ya da şu yönde gerçekleşecek en küçük bir sapma, kelebek etkisinde olduğu gibi, sonradan büyük etkilere yol açacaktır. “Çin’ de bir kelebeğin kanat çırpışı Kansas’ da ertesi günün hava durumunu etkiler.” Eski bir Çin atasözünden yapılan bu uyarlama her şeyin birbiriyle bağlantısını ve kimi davranış alanlarına karşı doğanın aşırı hassasiyetine işaret etmektedir. Borsa gibi ekonomik ve sosyal sistemlerde de bu etkiyi görebiliriz. Bu sistemlerin davranışı tahmin veya kontrol edilemediği için ekonomistler, sosyologlar, politikacılar ve yöneticiler kaos -değişim, hassaslık ve açıklık- ihtimalini hesaba katan yeni stratejiler geliştirmek zorunda kalmışlardır. Kendi kendini düzenleyen kritiklik (kaostan gaiaya dönüşüm) bu sistemlerin kaos sınırında olduğunu, onların bu noktada en üst yaratıcılık ve ayrıca kararsızlık hali içinde bulunduklarını işaret etmektedir. Bu durum, insanın en üst güvenlik düzeyine ulaşma, doğayı veya kendi işlerini düzenleme yönündeki tutkusunu açıklamaktadır. Kaos sınırındaki sistemler, dinamik dengeyi amaçlama, verili düzen şekillerinin geçici olduğunu, doğanın sürekli riske girmek suretiyle var olduğunu kabul etmenin daha akıllıca olacağını işaret etmektedir. 



Yukarıdaki hayali grafik herhangi bir büyüklüğün zaman-mekân içerisindeki değişimini temsil etmektedir. Sağ elinizle grafiğin sağ tarafını kapatın ve elinizi yavaşça sağa kaydırın. Bir yandan da ortaya çıkacak noktaların konumuna bakarak bir sonraki noktanın nerede ortaya çıkacağını tahmin etmeye çalışın. İmkânsız olduğunu göreceksiniz. Aynı olanaksızlık, bu kestirimi yapacak olan matematik için de geçerlidir. Nedeni, grafikteki sürecin nonlineer oluşudur. Nonlineer süreçler için kestirim yapabilecek bilinen hiçbir matematiksel kuram yoktur. 

Şirketlerin ömrünü, kaosa karşı eşikte konumlanan liderler belirleyecek.

En basit organizmalardan biz insanlar ve örgütlerimiz gibi en karmaşık yapılara/nesnelere kadar bütün biyolojik sistemler dinamik enerjinin kaosun eşiğinde konumlanmış, kendi kendini örgütleyen kalıplarıdır.

Hayatın kendisini inanılmaz bir şekilde değişen koşullara yaratıcı çözümlerle uyarlaması da bu sayede gerçekleşir. Ne yazık ki, en yeni sistemleri uygulamada önderlik yapan -ileri görüşlü- şirketler bile istikrarın önemine, kaçınılmazlığına olmasa bile arzu edilirliğine olan inancın esiri olurlar. Oysa “kaos” hayatın devamlılığının garantisidir. Örneğin canlılardaki bağışıklık sistemiyle ilgili açıklamalarda, bunun bir hastalığa karşı savaşmak için kendisini nasıl istikrarlı bir hale getirdiğinden söz edilir. Oysa bu, bağışıklık sisteminin tam da yapmadığı şeydir. Bedeninizi işgal eden yabancı virüs ve mikroplar sürekli değişim göstererek bağışıklık sisteminin savunmasını boşa çıkartmaya çalışırlar. Bağışıklık sisteminin düşmanlarının bir adım önünde kalabilmesinin tek yolu, o anın gerektirdiği yöne doğru evrim göstermeye hazır bir şekilde istikrarsızlığın eşiğinde konumlanmasıdır. Şirketlerin ömrü ile ilgili yapılan çalışmalar, kaosu yönetmek durumunda olan liderlerin de bağışıklık sistemimiz gibi, eşikte düşünme alışkanlığını kazanmak zorunluluğunu ortaya koymuştur.

Fiziğin dünyasına kapılarını açan işletmeler ve liderler başarılı olacaklar. 

Bilimi bilim kılan pratikteki işlerliğidir. Uzay araştırmaları, lazer ve mikrochip teknolojisiyle Batıdaki uygulamalar bir yana Hitachi, Matsushita (Panasonic) Mitsubishi gibi dev sanayi kuruluşları ile Japonya, Samsung’ la Güney Kore, derken Tayvan, Singapur, Malezya, Pasifik Kaplanları’ nın fuzzy mühendislik (Puslu Mantık Teoremi) ürünü "akıllı makinalar"ının üretime geçmesi, fuzzy logic ürünlerini günlük yaşantımıza dahil etmiştir.  Bugün, Çin’de onbinden fazla fuzzy öğrencisi var. Hindistan’da dünya çapında yedi fuzzy bilim adamı. Sadece Japonya’da 1991 itibariyle fuzzy müdendisliği ürünü makinalar 2,5 milyar dolardan daha fazla para getirmiştir. Kuantum teoremleri ve bu teoremlere dayanarak yapılan, kesinsizlik, muğlaklık, öngörülemezlik gibi sürprizlerle dolu, ürünler ve sistemler yeni yüzyılın başlarında günlük yaşantımızın bir parçası olmaya devam etmektedir. Marks&Spencer, Motorola, Volvo gibi dünya şirketleri yönetim ve liderlik modellerinde kuantum teoremlerinden ilham almaktadır. Yirmibirinci yüzyılda canlılığın -yalnızca canlı organizmalardaki değil, maddenin bütün hareketindeki, değişim ve dönüşümdeki, insan örgütlerindeki ve toplumdaki - her zaman düzen ile kaosun eşiğinde konumlanmış, kendi kendini örgütleyen ve uyarlayan sistemlerin dinamiğinden kaynaklandığına şahit olacağız. 

Kaynaklar

Alatlı Alev. Schrödinger’ in Kedisi ”Rüya”. İstanbul: Alfa Basım Yayım, 2001

Alatlı Alev. “Aristo, Buda, Nasrettin Hoca, Mu’ tezile Mezhebi, Fuzzy ve Akıllı Makinalar!” www.alevalatli.com , 1999

Keyman Erkani. Bilimsel İlgi ve Görüşler: http://www.alevalatli.com/kuantum.html

Marshall Ian ve Danah Zohar. Kim Korkar Schrödinger’ in Kedisinden. İstanbul: Gelenek Yayıncılık, 2002

Zohar Danah. Yeni Bilimin Işığında Aklı Yeniden Kurmak. İstanbul: BZD Yayıncılık/Türk Henkel Dergisi Yayınları, 1998

Zohar Danah. Kuantum Benlik. İstanbul: Sarmal Yayınevi, 1998